Alevilik

Alevilik

 

 

Aleviliği kısaca şöyle tarif edebiliriz sanırım:

Allah, Muhammed, Ali kutsallığını kalbinde taşıyan, Hz. Ali’nin adaletinden ayrılmayan temelinde insan sevgisi bulunan her dine, mezhebe her inanca saygı duyan ve hoşgörü ile bakan, dil, din, ırk, renk, farkı gözetmeyen eline diline beline sahip olma ilkelerini şart koşan, gelmek isteyen, inançlı insanları çatısı altına alarak manevi susuzluklarını gideren, insanları yaşadıkları toplumda kendi istekleriyle kendi kendilerini yargılamalarını sağlayan, laik, demokrat, eşitlikçi, katılımcı, paylaşımcı düşünceyi savunan, zalime ve zulme karşı gelen, mazlumun yanında olan, şeriatın bağnaz kurallarına bağlı olmayan ve onu reddeden, İslam dinini kendine göre ve Sünni inancın dışında yorumlayan, aslı doğruluk, kemali dostluk, cevheri, merhamet, görüşü eşitlik, hazinesi bilgi, meyvesi sevgi hamuru ile yoğrulmuş, insanı Kamil ve erdemli insan yaratmayı ön gören, korkuyu aşıp sevgi ile tanrıya yönelen, Enel-Hak ile insanın özünde tanrıyı gören, yaradan ile yaradılan ikiliğinden Varlık Birliğine varan, edep ve ahlaklılığı yaşamın temeline oturtan, insanı yücelten, hamurunda hem ilahiliğin hem de irfaniliğin mayası bulunan; kişinin ahlaklı ve karakterli yaşam ilkelerini belirleyen, Hz. Muhammed ve Hz. Ali’den gelen neslin imametini teberra ve tevella ilkesi ile sahiplenen, dini biçim ve şekil olarak değil, gerçek anlamıyla algılayan, dini bağımsız bir irade gücü ve batıni özelliği ile evrimleştiren akıl ve iman bütünlüğünde birleştiren ve tüm bunları Kırklar Cemi ile yürüten bir inanç sistemidir.

Dostlarım,

Kardeşlerim,

Canlarım…

Kaldırın başlarınızı

Suçlular gibi, yüzümüz yerde

Özümüz darda durup dururuz.

Kaldırın başlarınızı yukarı

Bize göz verildi, gözleyin diye!

Dil verildi söyleyin diye!

El gövdede kaşınan yeri bilir

Dert bizde, derman ellerimizdedir.

Ararsan bulursun, verirsen alırsın.

İnanmazsan gelir görürsün.

Diye sesleniyor yüzyıllar öncesinden Hünkar Hacı Bektaş’ı Veli.

 

Adaletsizlikleri önleyen, tüm insanların kardeşliğini savunan, evrensel insan haklarını berrak bir şekilde tüm insanlığa ulaştıran İslamiyet’in temel rehber kitabı ve Kutsal Kelam olan Kuran’ı Kerim, Tanrı’nın mesajıdır. Tüm âleme seslenir ve tek muhatap olarak da İnsanı tanır, insanı âlemin merkezine yüceltir. “Yasin –“Ey İnsan” diyerek, insanın rengine, şekline, ırkına bakmadan tümünü kucaklamış ve bir canlının bir diğerine üstünlüğünü kabullenmemiştir. İnsan da, “eline, diline, beline” sahip yüksek ahlaklı olmalı ve incinse de incitmemelidir.

Alevilik adına çok şeyler yazıldı, çok şeyler söylendi. Herkes kendi anladığı ideolojiyi Alevilik sandı. Oysa hakikat tektir, bir konu üzerinde yüzlerce doğru olmaz. Hz. İmam Ali: “Soruya verilen cevap çoğalınca doğru gizli kalır” der. İmam Cafer Sadık hazretleri de: “Önce doğruları görünüz. Zira doğruyu göremezseniz yanlış olanı ondan ayıramazsınız” diye buyurmuştur. “Bildiklerimizin alimi, bilmediklerimizin cahili” olmasını bilebilseydik, binlerce Alevilik tarifi çıkmaz, doğru olan yerli yerine oturur ve insanların akılları karışıp çelişkiye düşmezlerdi. Yüce Kitabımız da “işi ehillerinin ellerine bırakınız” demesinin kastı da budur. Bakın işin ehli ne diyor:

       İlim, irfan mürşittir karanlıkları koğar

       İnsanları cehalet, gaflet bunaltıp boğar

       Gönüllerde parlayan, o saadet güneşi

       Şark ile garp’tan değil, gerçek inançtan doğar.

Hacı Bektaş-ı Veli

 

Bunları belirttikten sonra; Alevilik nedir? diye sormak lazımdır.

Mezhep”tir.

Hangi mezhep?

“İmam Cafer Sadık” mezhebidir.

Mezhep ise fıkhı nedir?

Fıkhı yoktur. (Genel anlamda ahlaktır)

Oysa her mezhebin bir fıkhı vardır ve o fıkha göre amel edilir. “İmam Cafer Sadık mezhebi” ise şeri düzen ve fıkıh ilimleri ile içtihat eden bir mezhebe yama yapmaya çalışırlar. Mezheplerde içtihat (akıl) kapısı kapalı, Alevilikte ise açıktır. Mezhep, akıl kapısını kapatıp dini dondurmanın ve şekle bağlamanın adıdır. Yaşam her an yeni bir oluştadır ve de dinamiktir. Alevilik, dinin özüne, ruhuna ve nefsi terbiyeye yönelik bir yorumdur. Evet, yorum olarak İmam Caferi Sadık’a bağlıdır ama başka mezheplerle bağlılığı ve ilgisi yoktur.

Bir Tarikat mıdır?

Tarikattır. (İslam tasavvufunun pratik yönüdür)

Pirimiz Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli de tarikattan bahseder, nedir bu tarikat?

Dört kapı kırk makamdır.

Tarikat kapısı da ruhsal olgunlaşmada yol alınabilecek sadece bir kapıdır, kaynağı da Kuran’dır. “Ey insanlar! İşte size Rabbinizden bir öğüt (şeriat), gönüller derdine bir şifa (tarikat), inananlara bir kılavuz (marifet), ve bir rahmet (hakikat) geldi” Hadis bilginleri ve Kuran yorumcuları bu ayeti bu şekil (şeriat, tarikat, marifet, hakikat) tevil etmişlerdir. (Buhari, Tırmizi, gibi)

Alevilik, mezhep değilse, tarikat’da değilse, öyleyse nedir?

İslam’ın bir yorumudur; Türk kavimlerinin yorumudur. Anadolu’nun İslamlaşmasını sağlayan Baba Mansur’un, Hacı Kureyş’in, Hacı Bektaş-ı Veli’nin, Yunus’un, Mevlana’nın, Abdal Musa’nın, Ebul Vefa’nın, Hoca Ahmet Yesevi’nin Kuran yorumunun adıdır. Tasavvufi açıdan Kuran’a baktığımız zaman bu eren ve evliyaları görürüz. Bu yorumun kaynağı da “Ehlibeyt’in Kuran Yorumu”dur ve de doğru olan yorumdur. Çünkü Ehlibeytin masum ve pak olduğuna Kuran şahadet etmektedir. Onlar doğru bildiklerini canı pahasına da olsa korumuşlar ve onun için şahadet şerbetini bir-bir içmişlerdir.

Onlar ki;

Doğru İslam’ı anlatıyorlardı.

İçtenlikli İslam’ı anlatıyorlardı.

Allah aşkını… Allah sevgisini…

İnsana hizmetin değerini…

Kadına saygıyı…

Emeğin kutsallığını…

Bilimin yüceltici önemini… Anlatıyorlardı, yaşıyorlardı ve canları pahasına bu kutsal değerleri koruyorlardı.

İşte Türk kavimleri, masum ve pak olan Ehlibeytin Kuran yorumunu esas almışlar, onlardan yana olmuşlar ve kendi kültürleriyle yoğurarak; kadın-erkek ayrımı yapmadan, kendi musikisi olan sazıyla ve semahıyla, merkeze insan konularak dedelerinin öncülüğünde inançlarını icra etmişlerdir.

Alevilik İslami bir yorumudur dedik; “Bu yorumu da yaparken kişi kendi aklınca, kendi kapasitesince algılar. Bunu algılarken de o akla algılama biçimini ve kapasitesini veren, içinde yaşadığı toplumun koşullarıdır. O kişinin örfleri, o kişinin teamülleri, o kişinin yapısı ve yapının algılamada ki rolünü inkâr etmek, göz ardı etmek mümkün değildir. Mümkün olmadığı içinde Arap kavimleri kendi içlerinde dahi Kuran’ı farklı yorumlamaları ne kadar olağansa, o coğrafyadan uzaklaştıkça yani Kuran’ın indiği bölgenin dışına çıktıkça Maveraünnehir’e geldikçe, İran’a, Anadolu’ya geldikçe farklı yorumlara tabi tutulması olağandı.”

Türk boyları Ehlibeyt’i sinesine sararak onların tüm erdemlerini de yaşamlarına geçirerek binlerce yıllık köklü inanç ve kültürel birikimleriyle İslamiyet’in Ehlibeyt yorumlarıyla derin bir şekilde bütünleşmişlerdir.

Orta Asya’dan Anadolu’ya, Balkanlara doğru ilerleyen tüm Türk kavimleri işte İslamiyeti batini, tasavvufi yorumla algılayan, dini her türlü zorlamaların, korkuların, kıyımların ötesinde, üstünde gören bir anlayışı geliştirmişlerdir.

Gönül kırmayı en büyük günah sayan Alevi İslam anlayışı çok açık ve nettir. Ele, bele, dile sahip olunmasını; şeriat, tarikat, marifet, hakikat kapılarından geçilmesini, aklın özgürleşmesini, aklın imanla örtüşmesini, ibadeti bir tabu olmaktan çıkarıp, su güzelliğinde, ışık aydınlığında, toprak bereketinde, rüzgâr duruluğunda yapılıp, vakitlere, mekânlara hapsedilmemesini; kadınıyla aynı mekânda, sazıyla Kuran’ın surelerini yorumlayıp, Yunus Emre, Hacı Bektaş, Mevlana gibi filozofların öğütleriyle sohbet edilerek; güzellikler anlatılarak, gör sen o zaman dini, İslamiyeti, diyen anlayışla İslamiyet’e yeryüzünde en özgürlükçü yorumu getirmiştir.

Alevi İslam anlayışında en temel değer insandır. İnsan yüceldikçe, din de yücelir. İnsana değer verdikçe, din de değer kazanır. İnsansız bir dünya, bir yaşam olmayacağı gibi, insansız bir inanç da olamaz. Yeryüzündeki tek bir kul, insan olarak bir diğerinden üstün değildir. Yeryüzündeki yetmiş iki millete bir nazarla bakmak Alevililiğin olamazsa olmaz ilkelerindendir.

Alevi İslam inancının en temel düsturu temiz ahlaktır. Arsız, hırsız, cani insanlıktan çıktığı gibi Alevi de olamaz. Alevi, Bektaşi, Mevlevi Ali yanlısıdır. Ali gibi yaşayandır. Ali’nin yolundan gidendir.

Doğruluğu ilke edinmiş insandır. Bir başkasını inciten, ibadete yani ceme bile alınmaz.

İşte Alevilik bu değerlerin adıdır. Bu değerlerle bezenmenin adıdır. Ahlaklı, namuslu ve şerefli yaşamın adıdır.

Şeyh Bedrettin’in; “Ben, Kuran-ı herkesin anladığı gibi anlamam” demesinin anlamı bu görüşün tasdikidir. Yani akan ırmaktan herkes kendi kabınca su alacaktır. Buradan yola çıkarak şunu söyleyebiliriz: Kuran’ın bir “lâfzî” (söz, tefekküre muhtaç olmaksızın manasının anlaşıldığı söz) ve bir de “öz” (batın mana) anlamı vardır. Tasavvufçular buna “zahir” (görünen) ve “batın” (görünmeyen) derler. Diğer bir deyimle, gerçeği sadece satırlarda değil, satırlar arasında, yani kelimelerde değil de anlamlarda aramak gereklidir ve gerçeği de budur. Zahir ehli sadece Kuran’ın lâfzî anlamıyla ilgilenmiş ve onun özüne inememiştir. Özden yoksun kaldığı içinde Hacı Bektaş-ı Veli’yi, Mevlana’yı, Yunus’u ve Pir Sultan’ı anlayamamışlardır.

 

       Ben beni bilmez idim, hatır kırardım

       Meğer ilmim noksan imiş bilmedim

       Ben insandan başka ilah arardım

       Meğer ilah insan imiş bilmedim

       …………………………………

       Daimi’yim benliğime kanardım

       Ben beni görmezdim eli kınardım

       Kişiyi kendime düşman sanardım

       Nefsim bana düşman imiş bilmedim

Diye sesleniyor Aşık Dami.

 

Aşığımızın dediği gibi bizim düşmanımız sadece nefsimizdir. Yüce Tanrı’nın mesajı “sevgi”dir. “Yaratılanı yaratandan dolayı sevmektir.” Yunus gibi, Hacı Bektaş gibi, Pir Sultan gibi sevmektir. Dini sevgiye dönüştürmektir.

 

       Adımız miskindir bizim

       Düşmanımız kindir bizim

       Biz kimseye kin tutmayız

       Kamu âlem birdir bize.

Yunus

 

Alevilik bir iç dünya olayıdır. Onun için biçime değil, öz’e inmiştir. O öz’de aramıştır. Bilir ki o öze vakıf olmak insanı yaratanla bütünleştirecektir. Mevlana ne güzel der; “Senin hayalin benim gözümdedir. İsmin ağzımda, zikrin kalbimdedir. O halde nereye mektup yazayım?” İşte o öze varamayanlar hayal dünyasında gezinip duracaklardır.

Alevilik, insanın kendisini tanıması ve bilmesinin adıdır. Her şeyin kendinde gizli olduğunu, tecelli ettiğini, meleklerin secde ettiği ulviyeti anlama olayıdır. Çünkü “Gerçek insan olmak, her şey olmaktır.”

Alevilik, İslamiyet’in yüz akıdır. Gülen yüzüdür. Balkanlara, Budapeşte’ye kadar giden anlayıştır. Anadolu’yu İslamlaştıran, gönüller fetheden, kutsal kelam’ı geleneklerimizle harmanlaştırandır.

Alevilik, katı, softa, bağnaz, akıl dışı yorumlara karşı akli yorumu öne çıkaran, insan sevgisini, eşitliği, bölüşümü inancın temeline yerleştiren, Hiçbir şekilde ırk, renk ve cinsiyet ayrımı yapmaksızın, tüm yaratılmışların aynı kutsal değerde olduğuna, kâinatta ki tüm canlıların da Tanrı’nın özünden yaratıldığına inana, insanı Tanrının zerresinden oluştuğu için, incitmemeye çalışan, bağnazlığı, şiddeti reddeden insani yorumun adıdır. “Allah- Muhammed- Ali”dir duaları.

 

Allah, âlemlerin rabbidir. Muhammed, O’nun Resulüdür. O, “Adı güzel kendi güzel Muhammed”dir. O, saflığın, duruluğun ve seçilmişliğin nurudur. Nübüvvettir. İki denizi birleştirip, yani velayetin ve imametin şahı ile cennet seyyidesi Fatıma’nın birleşmesi ile gelen on iki imamların öz kaynağıdır. Pınar’ın başıdır. Kırklar ceminde ki; “Canı canından, ruhu ruhundan, cismi cisminden olan Ali ile Muhammed’dir. Ali’siz Muhammed, Muhammedsiz Ali olamayacağı gibi; Allahsız, Muhammedsiz, Ali’siz de Alevilik olmaz. Bunu herkes böyle bilmelidir. Ve böyle inanmalıdır. Çünkü öz budur.

Aleviler, Allah’a kul, Muhammed’e ümmet, Ali’ye talip olanlardır.

İslam’ı İmam Ali’nin kaleminden, Ehlibeyt’in ilim ve irfanından öğrenirsen nerede olduğunu görürsün. Ve orada da Aleviliği bulursun. Alevilik, şaşırtıcı zenginliklerle dolu bir ummandır. Ummana dalabilmen içinde dalgıç olman lazımdır. Alevilik, cahilin, cühelanın işi değildir. Kendini bilenlerin, insan-ı kâmil olanların yoludur.

Alevilik, sözlük anlamı olarak; Hazreti Ali’ye intisabı olan kimse anlamındadır. Yani, Hz. İmam Ali’den yana olmak demektir. “Ali-evi” ev halkı anlamındadır. Onun ev halkından olabilmenin yolu da onun değerleriyle süslenmekle olur.

Alevilik yedinci asıra takılıp kalmaz. Yaşam devingendir, her an bir oluştadır. O oluşu yakalamaktır.

Alevilik zenginliklerle dolu bir ummandır. Kutsal kelâmı yani Kuran’ı kendi gelenekleriyle, görenekleriyle, kültürleriyle anlayıp, yorumlamanın adıdır. Sazıyla, semahıyla, kadın erkek birlikte “Allah-Muhammed-Ali” yolunu sürmenin adıdır, sürenlere bin selam olsun…

Alevilik; insanları nefsanî duygulardan arındırıp Hakk’a ulaştıran vasıtanın adıdır. O vasıta bilinçli kullanılırsa insanları yüceltir, güzellik ve iyiliklere taşır, bilinçsiz kullanılırsa yarar sağlamaz ve zaman kaybı olup kişiyi Hakk katına taşımaz.

“Ben sadece güzel ahlakı tamamlamak üzere yüce yaradan tarafından sizlere tebliğci olarak gönderildim” diyen Hz. Muhammet; insanın, insan üzerindeki haksız hâkimiyetini kaldırmış, tüm yaşamı boyunca da bunu ahlaklı yaşamın esası olarak kabul etmiştir. (Hz. Peygamber; Ben ahlak binasının son tuğlasıyım. Ahlak binasını sevmemek mümkün mü?) diye buyurmuştur.

İnanç, insanları huzura ulaştırır. Ulaşabilmek için de kişinin bütün sıkıntılarından, üzüntülerinden uzaklaşması gerekmektedir. Gönülde Haktan gayri sevgili kalmamalı ki; Âşıkla maşuk birbirine kavuşabilsin.

Hz. Mevlana, bedeni ibadet eden, ancak ruhu secde etmeyen harap gönülleri, içsiz cevizlere benzetir. “Kulun ibadetine güzellik katan, ondan alınan zevktir. Çekirdeğin ağaç olması için, çekirdeğin içli olması gerekir. der. İnsan, bedeniyle değil, ruhuyla, aşkla ibadetini yapmalıdır.

Alevilik, özü ile Yaratanla birleşmenin adıdır. Çünkü o öz sendedir. Bütün olan özün parçası sensin. Yunus’umuz:

       Yol odur ki doğru vara.

       Göz odur ki Hakk’ı göre

       Er odur ki alçakta dura,

       Yüceden bakan göz değil.

deyip, insan olmanın özetini yapmıştır.

Pirimiz Hacı Bektaş-ı Veli de; “Ara ki bulasın,” diyor. Aranmadan bulunmaz, bulunmadan bilinmez, bilinmeden sevilmez, sevilmeden varılmaz, varılmadan da “O” olunmaz. Kendini bul ki; O’nu da bulasın. Kendini bulmadan O’nu bulamazsın. Kendini görmeden O’nu göremezsin. O zaman ara, kendini ara, eksiğini ara, Hakk’ı ara, güzellikleri ara, iyilikleri ara, sevgi ve aşkı ara. Arayarak O olacaksın. Çünkü her şey sendedir. Kâinat sende gizlidir. Aradığın sendedir. “Mademki sen insansın” aranılan sende gizlidir. Kitabı Mübin sensin, sana senden yakın bir şey yoktur. Çünkü O sana senin şah damarından daha yakındır. Yakın olanı sen niye senden uzaklarda ararsın ki!

 

Hz. İmam Ali, kendini bilmenin ışığını yüzyıllar öncesinden yakmıştır:

       Derman sende. Fakat senin haberin yok;

Derdin sende fakat sen görmüyorsun

Kendini küçük bir beden sanıyorsun

Oysaki koskoca âlem, dürülmüş içinde senin

Öylesine apaçık, apaydın bir kitapsın ki

Gizli şeyler onun harfleri ile meydana çıkmada,

Dışarıya bir ihtiyacın yok senin

Gönlünde yazılmış yazılar

Her şeyden haber verir sana.”

 

Pirimiz Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli de: “Arabul” diye buyurmuştur. O zaman ara… ara… ara… Ama kendinde ara. “Canında bir can var, o canı ara… Beden dağında bir mücevher var, o mücevherin madenini ara… A… yürüyüp giden sufi! Gücün yeterse ara; Ama dışarıda değil, aradığını kendinde ara.”

Din araçtır, amaca ulaşmak için araçtır. Amaç ise: Bilmek, bulmak ve insan olmaktır. Yani, “Beşer gelip, bişer (şerden kurtulup kâmil insan olmak, pişmek, olgunlaşmaktır) olarak gitmektir. Kendi içinde ki dengeyi kurmaktır. O zaman o amaç için aracını iyi kullan.

O araç sendedir. Birlikte ikiliği niçin ararsın ki! “Güneşe delil, yine güneştir. Sana delil lazımsa, güneşten yüzünü çevirme.”

      

       “İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir.

       Sen kendini bilmezsen ya nice okumaktır.”

Yunus Emre

Evet, bizim Yunus da bizlere böyle seslenir. İnsan son derece önemli bir varlıktır. Allah’ın yeryüzünde ki halifesidir. Meleklerin vakıf olamadıkları ilimlere sahip edilmiş ve meleklerin Âdeme secdesi emir olunmuştur.

Yunus, bunu özetlemiş;

 

Ben ay’ımı yerde gördüm

Ne isterim gökyüzünde

Benim yüzüm yerde gerek

Bana rahmet yerden yağar.

 

Hakk’ın insanda tecelli ettiğine inanan ve iman getirip teslim olan kimseye ve yaratılmışlar arasında ayrım yapmamanın adına Alevilik denir.

Zaten dinlerin amacı da, insanları kötülükten çekip iyiliğe, birliğe ve kemale yöneltmek, ebedi hayatın yanında bir zerre hükmünde kalan şu fani ömür içinde iyilik ve gönül huzuruyla yaşamalarını sağlamak, onlara insanlıklarının şerafetini ve insan olarak yaratılmış olmalarının manasını bildirmek değil midir?

Pirimiz Hacı Bektaş-ı Veli’nin duasını tüm insanlık için niyaz edelim:

       “Yarabbi! Beni iki cihan hakkında emsalsiz kıl,

       Fakr tâcı ile beni serfiraz kıl

       Taleb yolunda beni mahrem-i râzı kıl

       Ve sana erişemeyen yoldan yüzümü çevir.”

 

Yüceler yücesi Allah cümlemizi ona giden doğru yola eriştirsin ve o yoldan yüzümüzü çevirmesin.

Etiketler